Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

== <

   
  Muqeddes sevgi varsa oda Allahindir
  Abdullah bin Zübeyr(Hayati)
 



Abdullah bin Zübeyr
 
.
13.07.2008 23:42
İslâm tarihinin erken dönemleri, çok yönlü ve son derece devingen bir tarih sarmalıyla karşımıza çıkmaktadır.
 
Bazı iç çekişmelere ve kabile merkezli didişmelere rastlansa da yüzlerce yıl durağanlık eşliğinde daha çok kendi içine evrilen ve adeta dünyanın taşrasına itilmiş gibi görünen bir coğrafyanın, soluk soluğa tarih sahnesindeki yerini almasını andırmaktadır bu süreç. Onlarca önemli aktör ve toplumsal hadise eşliğinde biçimlenen bu dönemi izleyip anlamlandırmak, çok yorucu fakat aynı zamanda sıra dışı ve çekici bir tarihsel düzleme dikkat kesilmekle eşdeğerdir. 
 
Tarihe ve topluma bir müdahale olarak da düşünebileceğimiz vahyi zindeliğin açtığı yolda zamanla başkalaşarak dal budak salan ve hayatın birçok alanında çok önemli yükseltiler oluşturmakta gecikmeyen bu süreç; umulmayacak kadar büyük bir hızla ve çok çetin, çok erken bir toplumsal / siyasal sınav olgusuyla yüzleşmek zorunda kalmıştır. 
 
Bu süreci okuyup yorumlamada, tarihin bu sürekli genişleyen evinde olup bitenlerle yüzleşmede ve günümüze değgin çıkarımları sağlıklı bir şekilde belirlemede en işlevsel yollardan biri de kurucu / belirleyici aktörler eşliğinde tarihe sokulmaktır kuşkusuz. Zira ilk dönemlerden itibaren, kurucu inanç ve fikirler, daha çok etkin şahsiyetlere odaklanarak yaşama olanağı bulmuşlardır. Kırılmaların ve yozlaşmaların daha etkin olduğu yıllarda ise, İslâm tarihi adeta merkezî biyografilerin çarpışmasına dönüşmektedir.
 
İslâm tarihi olarak adlandırdığımız devasa ve devingen birikim, yükseliş ve düşüşlerin toplumsal karakterine vurgu yaptığı kadar, güçlü şahsiyetlerin olumlu ya da olumsuz temsiliyle yorumlanabilecek çıkışlara da sahiptir. İhanet, zulüm ve zorbalık konusunda kolektif bir figür ya da darb-ı mesel haline gelmiş kişileri içkin olan bu süreçte; destansı kahramanlıklara, örnekliği sürdürülebilir kişilere, insani değerleri yaşatıp bize taşıyan portrelere rastlamak da mümkündür.
 
Abdullah bin Zübeyr, içinde dönendiği toplum ve zamandan müşterek çizgiler de taşımasına rağmen, kendine özgü yönleri ağır basan bu önemli portrelerden biridir.
 
*
 
Abdullah bin Zübeyr, Kureyş kabilesinin Esed b. Abdüluzza koluna mensuptur. Babası, Sünni kültürde "aşere-i mübeşşere"den biri sayılan ünlü sahabi Zübeyr b. Avvâm, annesi Hz. Ebu Bekir'in kızı Esmâ.
 
Hicretin ikinci yılında, Mayıs 624'te Medine'de doğdu. Bundan iki yıl önce doğduğunu söyleyenler de vardır. Rivayetlere göre, Muhacirîn'in Medine'de dünyaya gelen ilk çocuğuydu. Doğumu büyük bir sevinç uyandırdı ve adı Hz. Peygamber (s) tarafından kondu.
 
Abdullah, çocuk denecek bir yaşta babası ile birlikte Suriye'nin fethine katıldı ve Yermük Savaşı'nda bulundu. Henüz on bir on iki yaşlarında olduğu düşünüldüğünde bu savaşlarda fiili bir etkinliği olmasa gerektir. Amr b. Âs'ın Mısır'ın fethiyle görevlendirilmesinden sonra babası Zübeyr'in kumandasında sevk edilen 5 bin kişilik yardımcı kuvvet arasında o da vardı. Mısır'ın fethi amacıyla düzenlenen bütün askerî harekâtlara katıldı. Hz. Osman devrinde Mısır valisi Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh'in, merkezi Sübeytıla olan İfrıkıyye bölgesine yaptığı seferde görev aldı (647). Bizans'a karşı isyan edip bağımsızlığını ilan eden İfrıkıyye Genel Valisi Gregorius'un Müslüman kuvvetlere karşı da şiddetle direnmesi üzerine çıkan ve her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği savaşta, Abdullah b. Zübeyr Gregorius'u bizzat öldürdü ve Müslümanlar galip geldi. Onun bu başarısı, özellikle Medine'de büyük yankı uyandırdı. Bu savaşı, mescitte hutbe veren Hz. Osman'ın ricası üzerine bizzat kendisinin anlattığı söylenmektedir. Yıldızı parlamaya başlayan Abdullah, Kûfe valisi Said b. Âs'ın 650'de Taberistan ve Cürcan'a yaptığı sefere de katılarak büyük yararlılıklar gösterdi.
 
Halife Osman, Hz. Ebu Bekir döneminde mushaf hâline getirilen Kur'an-ı Kerim'in nüshalarını çoğaltmak için kurduğu dört kişilik heyete, kurradan olması nedeniyle onu da dahil etmişti.
 
Abdullah'ın, Hz. Osman'ın evinin isyancılar tarafından kuşatılması sırasında diğer büyük sahabilerin oğullarıyla birlikte olay yerinde bulunduğu ve halifeyi savunmaya gayret ettiği rivayetler arasındadır. Mısırdan gelenlerin eline geçen ve Hz. Osman'ın mührünü taşıyan ünlü mektubu, Hz. Osman'ın yazmadığından emin olduğu da rivayetler arasındadır. İslâm tarihinde ciddi bir kırılmaya yol açan bu hadiseden sonra meydana gelen olaylarda, onun etkin bir rol oynadığı görülmektedir. Bilindiği gibi Talha ile birlikte Abdullah'ın babası Zübeyr b. Avvâm, önceleri Hz. Ali'ye bağlılıklarını bildirmiş, daha sonra Hz. Âişe'nin yanına giderek tutumlarını değiştirmiş ve ona karşı bir cephe oluşturmuşlardı. İşte, Hz. Ali'ye karşı oluşan bu muhalefetin en ateşli simalarından biri de Abdullah oldu.
 
Hz. Âişe'nin yanında toplanan Mekke'deki muhalif grup, Basra'ya giderek valiyi etkisiz hâle getirdi ve şehre hakim oldu. Burada, Talha ile Zübeyr arasında, imamet konusunda ihtilaf çıktığına, tartışma yaşandığına dair rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlere göre, tartışmanın büyümesini ve muhalif güçlerin kendi kontrolünden de büsbütün çıkmasını istemeyen Hz. Âişe, ağırlığını koyarak Zübeyr'in oğlu Abdullah'ı geçici imam tayin etti.
 
Abdullah, Cemel Vakası'nda piyadelerin kumandanlığını yaptı ve teyzesi Hz. Âişe'nin devesinin önünde cansiperane bir şekilde savaştı. Babasının da öldüğü bu savaşta, Hz. Ali'nin galip gelmesi üzerine Hz. Âişe ile birlikte Medine'ye döndü.
 
Abdullah b. Zübeyr, Sıffîn Savaşı'nda yer almadı. Amr b. Âs ile Ebu Musa el-Eş'arî'nin, Ezruh'taki toplantılarında hazır bulunduysa da hakemlerin tartışma ve faaliyetlerine müdahale etmedi (Şubat 658).
 
Hz. Ali'nin şehid edilmesinden sonra yönetimi ele geçiren Muaviye döneminde Medine'de oturan Abdullah; Muaviye'nin, oğlu Yezid'i veliaht tayin etmek istemesi üzerine tepki gösteren kişilerden biri oldu. Hz. Hüseyin, Abdurrahman b. Ebu Bekir ve Abdullah b. Ömer'le birlikte bu duruma şiddetle karşı çıktı. Muaviye'nin kendileriyle görüşmek için Medine'ye geldiğini öğrenince onlar da kendisiyle karşılaşmamak için Mekke'ye gittiler. Buna rağmen Muaviye arkalarından giderek onlarla görüştüyse de hiçbirini ikna edemedi.
 
Muaviye'nin oğlu Yezid, yönetimi ele geçirince, Medine valisi Velid b. Utbe'ye bir mektup yazarak Hz. Hüseyin, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr'den zorla da olsa biat alınmasını istedi. Sıkıntılı bir durumla karşılaşan valinin yavaş hareket etmesi üzerine bu isimler Mekke'ye gittiler. Hz. Hüseyin Kûfe'ye davet edildiğinde, bu daveti kabul etmesini uygun görenlerden biri de Abdullah'tı.
 
Abdullah bin Zübeyr, Kerbelâ faciasından sonra Yezid'e karşı muhalefetin en önemli ismi hâline geldi. Çevresindekilere, Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının mazlum olarak öldürüldüğünü söylüyor, Yezid'i ise İslâm'ı aslından saptırmaya çalışan bir sarhoş olarak niteliyordu. Önceleri, Yezid'e karşı açıkça harekete geçmeyip beklemeyi tercih etti. Yezid, onun bu tutumuna kızarak Medine valisi Amr b. Said'e, Abdullah'ın üzerine bir birlik gönderilmesini emretti. İlginçtir ki Abdullah'ın kardeşi Amr, ağabeyinin en büyük hasımlarından biriydi ve gönderilen birliğin başında o bulunuyordu. Amr b. Zübeyr, hiçbir direnişle karşılaşmadan Mekke'ye girdiyse de ani bir baskına uğrayarak esir alınıp hapsedildi.
 
Yezid b. Muaviye, Mekke'ye bir yıl sonra, Müslim b. Ukbe kumandasında yeni bir kuvvet gönderdi. Müslim'in yolda ölmesi üzerine, yerine tayin edilen Husayn b. Nümeyr es-Sekûnî, 24 Eylül 683'te Mekke önlerine gelerek şehri kuşattı. Suriyeli askerlerden oluşan Yezid ordusu, attıkları yağlı paçavralarla Kâbe'de yangın çıkardılar. Bu olay, Mekke ve Kâbe'ye yönelik birinci saldırı olarak tarihe geçti. Bu kuşatma, Yezid'in ölüm haberinin Mekke'ye ulaştığı 27 Kasım'a kadar (64 gün) sürdü. Yezid'in öldüğünü öğrenen Abdullah b. Zübeyr, "emîrü'l mü'minîn" unvanıyla kendi emirliğini ilan etti. Şehri kuşatan Husayn b. Nümeyr, temasa geçerek Dımaşk'a geldiği takdirde emir olarak tanınacağını bildirdi. Ancak Abdullah bu teklifi kabul etmedi.
 
Suriyeliler Yezid ölünce önce oğlu II. Muaviye'ye, iki ay sonra onun da ölümü üzerine Mervan b. Hakem'e biat ettiler. Emevi ailesinden iki yöneticinin art arda ölümüyle meydana gelen kargaşa döneminde Filistin, Humus ve Kınnesrin ordugâhları Abdullah b. Zübeyr'e biat etmeye hazırlandılar. Fakat Mervan b. Hakem, kısa zamanda duruma hakim oldu. Bu arada, Abdullah'ın Filistin'i almak için kardeşi Mus'ab idaresinde gönderdiği ordu başarısızlığa uğradı. Bu mücadeleler devam ederken, 7 Mayıs 685'te Mervan öldü ve yerine oğlu Abdülmelik geçti.
 
Müslüman toplumlar, bu dönemde, çift başlı bir yönetim olgusuyla karşılaşmış oldular. Elbette bir de kendi anlayışlarına bağlı olarak hiçbir otoriteyi tanımayan Hariciler vardı.  Mekke ve Medine'yi içeren Hicaz ile doğu eyaletlerinde Abdullah b. Zübeyr; Suriye, Filistin ve Mısır'da Abdülmelik b. Mervan hüküm sürüyordu. Karışıklıklar da devam ediyordu. Mekke kuşatması sırasında Abdullah'a yardım eden Hariciler, tehlikenin ortadan kalkmasından sonra onunla anlaşmazlığa düştüler. Bunlardan Necde b. Âmir yönetimindeki grup, Necid ve Umman bölgelerini ele geçirdi. Nâfi b. Ezrak'a bağlı bir grup ise son derece katı ve kuvvetli bir yapılanma olarak varlıklarını devam ettirmekteydi. İşte bu grup, yolculuk sırasında kendilerine katılanlarla birlikte Basra'ya doğru ilerlemeye başladı. Onları şehir dışında karşılayan Basra valisinin direnci çabuk kırıldı. Ancak Nâfi b. Ezrak çarpışmalarda öldürüldü ve yerine Ubeydullah b. Mahuz geçti. Ubeydullah yeni birliklerle Basra'ya ilerleyince şehir halkı korku içinde Mühelleb b. Ebu Sufra'dan şehri savunmasını istediler. Abdullah b. Zübeyr de bunu resmen isteyince Mühelleb başa geçti. Onun ilk başarısı Hariciler'i ağır bir yenilgiye uğratmak oldu (Mayıs 686). Ubeydullah b. Mahuz savaşta öldürüldü ve Hariciler Ahvaz'ın dağlık bölgesine çekilerek çete savaşlarına başladılar.
 
Bu sırada Abdülmelik b. Mervan da iç sorunlarla uğraştığı için harekete geçme olanağı bulamadı. Hem Abdullah b. Zübeyr'e hem de Abdülmelik'e cephe alan Muhtar es-Sekafî Ekim 685'te Abdülmelik'e başkaldırarak onun üzerine gönderdiği birlikleri yendi. Daha sonra Kûfe merkez olmak üzere, Basra dışında Abdullah'a bağlı doğu eyaletlerine egemen oldu. Muhtar, fiilen elinde bulunan eyaletlerin genel valiliğini istedi. Ancak Abdullah b. Zübeyr, bu teklifi kabul etmedi. Böylece Şam yönetiminden sonra Muhtar'ı da karşısına almış oldu. Önce, daha tehlikeli bulduğu Muhtar'ı bertaraf etmeye karar veren Abdullah, 686 yılı başlarında kardeşi Mus'ab'ı Basra valiliğine getirerek Muhtar ile mücadele etmesini emretti. Basra'da bir kurtarıcı gibi karşılandığı iddia edilen Mus'ab, kısa sürede bir ordu hazırlayarak Kûfe'de bulunan Muhtar'ın üzerine yürüdü. Muhtar, el-Cezire'ye gönderdiği asıl kuvvetlerin dönmesini beklemekteydi. Mus'ab'ı oyalamak amacıyla müstahkem sarayına kapandı ve dört ay süreyle kuşatmaya direndi. 3 Nisan 687'de yaptığı bir çıkış hareketi sırasında öldürülünce, Abdullah tekrar bütün doğu eyaletlerinin hakimi konumuna geldi.
 
Emevi hükümdarı Abdülmelik 689 ve 690'da Mus'ab'a karşı giriştiği seferlerden bir sonuç alamayınca 691 yılı sonlarında yeniden harekete geçti. Mus'ab'ın en büyük kumandanı İbrahim b. Malik el-Eşter'in daha savaşın başında öldürülmesi ve bazı birliklerinin savaşa girmeyip kaçması, 36 yaşındaki Mus'ab'ın az bir kuvvetle yiğitçe savaşmasına rağmen, hem savaşı hem de hayatını kaybetmesine yol açtı. Böylece Hicaz dışındaki bütün bölgeler Abdülmelik'in hakimiyetine geçmiş oldu.
 
İbnü'l Esir, Mus'ab'ın ölüm haberi Mekke'ye ulaştığında, Abdullah b. Zübeyr'in halka hitabetini şu satırlarla aktarmaktadır:
 
"Yaratmak ve emretmek kendisine has olan Allah'a hamdederim. O, mülkü dilediğine verir, dilediğinden çekip alır. Biliniz ki Irak'tan bize hem üzen hem de sevindiren bir haber gelmiş bulunuyor. Mus'ab'ın öldürüldüğünü öğrendik. Allah rahmet etsin; bizi sevindiren onun şehid oluşudur. Bizi üzen şey ise ayrılan iki kimsenin, bu ayrılık esnasında hissettikleridir. İkiyüzlü Iraklılar küçük bir dünya malına karşılık onu düşmana teslim ettiler. Allah'a yemin ederim ki biz, Ebu'l Azm oğullarının öldüğü gibi yataklarımızda ölmeyeceğiz. Bizler ancak kılıçların gölgesinde ölürüz."
 
Abdülmelik, hiç zaman kaybetmeden, ünlü komutanı Haccac b. Yusuf'u bir orduyla Mekke üzerine gönderdi. Haccac, şehri kuşattı. Şehir direnmekteydi. Haccac, Abdülmelik'ten hem takviye birlikler göndermesini hem de gerektiğinde şehre şiddetli bir taarruzda bulunmaya izin vermesini istedi. Abdülmelik, 5 bin askerden oluşan takviye bir birlik gönderirken taarruz iznini de vermişti.
 
Hac zamanının gelmesini fırsat bilen Haccac, önce kendisinin ve askerlerinin haccetmelerine izin verilmesini istedi. Olumsuz cevap gelince, gözünü hiç kırpmadan, çoğunu Ebu Kubeys dağına kurdurttuğu mancınıklarla Mekke'yi taşa tuttu. Bu sırada Mekke'de bulunan Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın ricası üzerine hac menasikinin bitmesine kadar şehre hücumu erteledi. Abdullah b. Ömer, daha sonra evine kapanmış, olaylardan uzak durmuştu.
 
Gelen hacıların önemli bir bölümü, Abdullah'ın saflarında savaşmak için Mekke'de kaldılar. Direniş güçlendi; ancak kuşatma uzayınca şehirde kıtlık baş gösterdi. İslâm tarihinin en önemli, en etkileyici zaman dilimlerinden biri yaşanmaktaydı. Onca olumsuzluk içerisinde vahye kucak açan, Hz. Peygamber'in ve arkadaşlarının ilk örnekliğine tanık olan, Beytullah'ı bünyesinde bulunduran, sahabilerden bir kısmına ev sahipliği yapan Mekke alçakça bir saldırıya, destansı bir direnişe ve aynı zamanda bir insanlık dramına sahne olmaktaydı. Evlerde yiyecek bir şey kalmamıştı. Birçok mahallede bulaşıcı hastalıklar ortaya çıkmıştı. Haber gönderilemiyor, yardım gelmiyordu. Birçok kaynakta, kuşatma altında çok zor günler geçiren Müslümanların binek hayvanlarını; hatta hakaret amacıyla Haccac tarafından kendilerine mancınıkla atılan köpekleri bile yemek zorunda kaldıkları anlatılmaktadır.
 
Kuşatmanın altıncı ayında yiyecek hiçbir şey kalmamıştı. Yorulan, bıkan, açlıkla baş başa kalan bazı direnişçiler; Abdullah b. Zübeyr'in etrafından ayrılmaya başladılar. Bunların arasında, Abdullah'ın oğullarının dahi bulunduğu kaydedilmektedir. Hz. Ebu Bekir'in kızı ve Abdullah'ın annesi Esmâ, oğlunun yanında az bir kuvvet kaldığını görünce çok üzüldü; fakat ölünceye kadar direnmesini tavsiye etti. Abdullah durumun çok kötüye gittiğini ve başka bir çıkış yolu olmadığını görmüştü. Teslim olmak yerine ölümü tercih etti. Şehirde yaşanan faciaya bir son vermek ve daha fazla insanın ölmesini engellemek amacıyla bir çıkış hareketi yaptı. Kahramanca dövüştü ve öldü (1 Ekim 692).
 
Adı, zamanla, zulüm ve zorbalıkla özdeşleşecek olan Haccac; büyük bir vahşet ve gururla Abdullah b. Zübeyr'in başını kestirerek önce secdeye kapandı, daha sonra da onun başını Suriye'ye gönderdi. Haccac; haram ayda, haram kılınan bir bölgede kan dökmekten, Allah'ın evini taşa tutmaktan ve Kabe'nin içine sığınan insanları bile katletmekten çekinmemişti. Abdullah b. Zübeyr'in, bir süre darağacında asılı kalan cesedinin defnine de, ancak yaşlı annesinin ricası üzerine izin verdi. Abdullah b. Zübeyr, öldürüldüğünde 72 yaşındaydı.
 
*
 
Genç sahabilerin önde gelenlerinden biri olan Abdullah b. Zübeyr, o dönemdeki İslâm dünyasının neredeyse yarısında on yıl kadar emir olarak tanındı.
 
Cesur bir asker, iyi bir kumandan ve aynı zamanda ihtiraslı bir siyaset adamı idi. Mekke'nin ileri gelen ailelerinden birinin çocuğuydu ve iyi bir eğitim görmüştü. Başta da belirttiğimiz gibi Hz. Ebu Bekir dedesi, Hz. Âişe teyzesiydi. Tefsirde söz sahibi olduğu söylenen Abdullah b. Zübeyr'e, ibadete düşkünlüğünden dolayı "mescid güvercini" dendiği de rivayet edilmektedir. İlim alanında da "dört Abdullah"tan biri olarak yüceltilmiştir.
 
Kaynaklar, Abdullah'ın haksızlığa hiç tahammülünün olmadığını; ancak hakkı da hep kendi yanında gördüğünü belirtmektedirler.
 
O, Muaviye'ye biat etmediği gibi Hz. Ali'ye de biat etmemişti. Küçüklüğünden itibaren güçlü bir kişiliğe, aşırı bir özgüvene sahip olduğu anlaşılan Abdullah b. Zübeyr'in, babası üzerinde bile etkili olduğu yorumları vardır. Nitekim Hz. Ali'nin, onun hakkında şöyle dediği rivayet edilir: "Eğer Abdullah olmasaydı, babası Zübeyr bizden ayrılmayacaktı. Zira o, oğlundan fazlasıyla etkilenmişti."
 
Abdullah b. Zübeyr'in, Hz. Âişe'nin Cemel Savaşı'na girmesinde de önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Ayrıca Yezid zamanında, Hz. Hüseyin ile aktif bir işbirliği içine girmemiştir. Daha sonraları, Muhtar ve Abdülmelik'e karşı Muhammed b. Hanefiyye'yi yanına çekmeye çalışmış; fakat bunda başarılı olamamıştır. Nitekim, bu yüzden Hanefiyye'ye sert davrandığı ve bir ara onu hapsettirdiği söylenmektedir.
 
Çağdaşı birçok Müslüman öncünün kaderiyle örtüşen tarafları olmasına rağmen kendine özgü bir biyografiye de sahiptir Abdullah bin Zübeyr. Hayatının ve mücadelesinin sonlanışı, Emeviler döneminde ve Abbasiler'in ilk yıllarında sahne alan kalburüstü birçok şahsiyette olduğu gibi etkileyici ve aynı zamanda trajiktir. O da birçok öncü gibi, kendisini yüreklendiren ve destekleyen insanların etkisinde kalmış; fakat kimi durumlarda ihanete uğramış ve yalnızlığa terk edilmiştir. O da bugünden bakıldığında insana çok ilginç gelen bir özgüvene sahiptir. Ümmetin iyiliğini ve mutluluğunu, kendi açılımının olanaklarıyla özdeş kılmakta, son kertede son derece öznel / benmerkezci bir perspektifle tarihe müdahale etmektedir. Etrafında önemli bir bağlılık ve katılımın gerçekleştiği ve Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra nerdeyse tek güçlü şahsiyet hâline gelen Hz. Ali'ye biat etmemesinin tutarlı hiçbir açıklaması yoktur sözgelimi. Bilakis babasını bu konudaki ayrılışta etkilediğine dair rivayetler söz konusudur. Yakın gibi durmasına rağmen, Hz. Hüseyin'i ve yandaşlarını desteklemekten uzak durmakta; onların öldürülmesinden duyduğu üzüntüyü de Yezid'e karşı muhalefetinin bir gereği olarak dillendirmektedir. Yönetim konusunda birçokları gibi o da şurayı, ümmetin olabildiğince geniş katılımını aklına bile getirmemektedir. Bu konuda delil olarak gösterilebilecek bir tek rivayet bile yoktur. Veraset, akrabalık ve "babasının hakkı" olduğu yaklaşımı belirleyici olmaktadır görünüşe göre bu tutumunda. Doğal bir hak arayışıyla filizlenmiş gibi görünen ve kurucu bir özne etrafında biçimlenen bu çıkışlar, doğal kabullenişler eşliğinde azımsanmayacak sayıda taraftar da bulmuştur. Yani bir kişinin sahip olduğu anlam eğrisi, bireysel ve baskın bir kader; yüz binlerce insanın ortak kaderi hâline dönüşüvermektedir.
 
Dışarıdan bakıldığında bize şaşırtıcı gelen olgulardan biri de bu mücadelelerde öne çıkan siyasal aktörlerin dünyayı adeta umursamadıkları gibi bir fotoğrafın ortaya çıkmasıdır. İslâm ordularının Orta Asya içlerine kadar ilerlediği bir dönemde, iç çekişmelerin nasıl bir sonuç doğuracağı, onlarca bölgeyi ya da eyaleti nasıl etkileyeceği, İslâm devletinin ve ümmetin böyle bir atmosferde akıbetinin ne olacağı konusunda neler düşündüklerine dair ciddi hiçbir tarihsel veriye sahip değiliz. Çevre eyaletlerin ve devamlı küçümsenen mevalinin etkin olduğu Abbasi İhtilali; kimi yönlerden bu soğuk bakışın, vurdumduymazlığın ve sürekli göz ardı etmenin gecikmiş bir intikamı gibi okunabilecek boyutlara da sahiptir.
 
Bütün bunlara rağmen, zalim ve sapkın Emevî sultanlarının karşısında Hz. Hüseyin ve arkadaşlarının şehadetinden sonra, on yıl boyunca Müslümanların güvenini kazanan ve kesintisiz bir direniş örnekliği sergileyen tek alternatif Abdullah b. Zübeyr olmuştur.
 
 
BİBLİYOGRAFYA:
-Adnan Demircan, Haricilerin Siyasi Faaliyetleri, Beyan Yayınları, İstanbul 1996
-Ahmed Ağırakça, Emeviler Döneminde Kıyamlar, Şafak yayınları, İstanbul 1992.
-Belazurî, Fütuhu'l Buldan,  (Çev. Mustafa Fayda), Ankara 1987.
-Hakkı Dursun Yıldız, Abdullah b. Zübeyr b. Avâm, TDV İslâm Ansiklopedisi, Cilt 1, s. 145-146.
-İbnü'l Esir, el-Kâmil fi't Tarih Tercümesi, Cilt 4, Bahar Yayınları, İstanbul 1986.
-Julius Wellhausen, İslamiyetin İlk Devrinde Dinî-Siyasî Muhalefet Partileri, (Çev. Prof. Dr. Fikret Işıltan), TTK, Ankara 1996.
-Ramazan Can, Hz. Peygamber Sonrası Yönetimde Meşruiyet Tartışmaları ve Saltanata Karşı Duranlar, Tablet Yayınları, Konya 2007.
 
 
 
ALİ DEĞİRMENCİ
 
Haksöz-Haber

 
 

 
 
 




 
  Bugün 2 ziyaretçi (28 klik) kişi burdaydı! free counters
<
 
 

======== sagtus ======== sag =================

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol

Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

  İrtibat E-mail: iletisim@hidayetvakti.com