Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

== <

   
  Muqeddes sevgi varsa oda Allahindir
  KUR’ÂN-I KERİM’İN LAFZI VE RUHU
 
 KUR’ÂN-I KERİM’İN LAFZI VE RUHU



TARİHİ: 24.04.2006





Allah’a sonsuz hamd ve şükrederiz ki; Allahû Tealâ bizleri bir defa daha bir zikir sohbetinde birlikte kıldı. Konumuz: Kur’ân’ın lafzı ve ruhu.

Kur’ân 28 tane basamak içerir:

1. basamakta insanlar olayları yaşarlar.

2. basamakta olayları kendisine göre değerlendirir ve tavırlarını ortaya koyarlar. İşte bu noktada Allahû Tealâ insanların çok büyük bir kısmını Kendisine ulaştırmak üzere seçer. Ve 3. basamağa sadece Allah’a ulaşmayı dileyenler ulaşır.

3. basamak, Allah’a ulaşmayı dileyenlerin basamağıdır. Dilemedikçe hiç kimse 3. basamağa ulaşamaz.

4. basamakta kişinin irşad makamını görmeyen gözleri ve görme hassası irşad makamını görecek hüviyete getirilir.

6. basamakta irşad makamının söylediklerini işitmeyen, mânâsına varamayan o kişinin, irşad makamının söylediklerini işitecek bir hale gelmesi temin edilir. Hem uzvu hem de hassası açılır.

7. basamakta o kişinin gördüklerini, duyduklarını (böylece) idrak etmesi sağlanır.

Bu noktadan itibaren Allah o kişinin kalbine ulaşır, o kişinin kalbini Allah’a çevirir. Allahû Tealâ o kişinin nefsinin kalbinde %2 rahmet birikimi vücuda getirir. Böylece bu kişi huşûya ulaşır (huşû sahibi olur), kişinin Allah’tan mürşidini isteme hakkı doğar.

13. basamakta kişi hacet namazını kılar

14. basamakta Allah’ın kendisine gösterdiği mürşide ulaşıp, tâbî olur. Tâbî olunca ruhu vücudundan ayrılır ve kişi nefs tezkiyesine (amilüssalihata) başlar. Kişinin bu noktadan itibaren nefs tezkiyesi başlayacaktır. Kişi zikir yapacaktır. Zikir yaptığı zaman Allah’ın katından gelen rahmet, fazl ve salâvât nurlarından fazıllar, o kişinin nefsinin kalbine yerleşecektir. Başlangıçta %2 rahmet yerleşmiştir ve kişi mürşidine tâbî olduktan sonra bu kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %7, %7 artacaktır. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde kişinin nefsinin kalbinde %7 nur artışları tahakkuk eder. Bu, kalbin aydınlanmasıdır ve kalbin aydınlanması o kişinin nefsinin kalbinde %7, %7 nur birikimiyle gerçekleşir. Burada Kur’ân-ı Kerim’in lafzı söz konusudur.

Kur’ân’da 7 tane nefs tezkiye kademesi söz konusudur. Her safhanın bir lafzı, bir de ruhu vardır:

1- Nefs-i Emmare

2- Nefs-i Levvame

3- Nefs-i Mülhime

4- Nefs-i Mutmainne

5- Nefs-i Radiye

6- Nefs-i Mardiyye

7- Nefs-i Tezkiye

İrşad makamına ulaştıktan sonra başlayan bu nefs tezkiyesi ile kişi nefsinin kalbini %51 nurlarla doldurur. Burası ruhunun Allah’a ulaştığı yerdir. Kur’ân-ı Kerim’in lafzı, daimî zikre kadar lafız olarak gider. Her kademede (Emmare, Levvame, Mülhime… ) ruhun, vechin ve nefsin teslimi konularında bir lafza karşılık bir ruh söz konusudur. Öyleyse Nefsi Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye kademelerinde lafız ve ruh beraberce hareket ederler.

Kelime yapısıyla lafızdan çıkarılan mânâ ve ruh (Kur’ân-ı Kerim’in ruhu) her zaman birbirine eşit değildir (birbirini tutmayabilir); birbirinden farklı sonuçlara yol açabilir. İşte ruhun ve lafzın açtığı müesseselere baktığımız zaman ulûl’elbab makamı, ihlâs makamı ve salâh makamı bu muhtevayı ifade eder. Lafız, kelime mânâsıdır. Ruh, bu kelime mânâsının (o kelimenin, o kaidenin) arkasındaki gerçek hüviyetidir. Nefs tezkiyesi nefsin temizlenmesi demektir; bu bir lafızdır. Ama bu lafzın ruhuna girdiğiniz zaman karşınıza 7 tane kademe (Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye, Tezkiye) çıkacaktır. Herbirinde afetlerden %7 aklanma söz konusudur. Neticede nefsin kalbinin tamamen (%51) Allah’ın nurlarıyla dolmasını ifade eder. Öyleyse Allahû Tealâ’nın bu babta ortaya koyduğu realite, o isimlerin muhtevasının ötesindedir. İsimler, Emmare’yi, Levvame’yi… ifade eder.

Nefs-i Emmare, nefsin tamamen şeytanın emrinde olduğu bir devredir.

Nefs-i Levvame’de kişi, nefsini kınamaya başlamıştır

Nefs-i Mülhime’de kişi, Allah’tan ilham almaya başlamıştır.

Nefs-i Mutmainne’de kişi, doyuma ulaşmıştır.

Nefs-i Radiye’de kişi Allah’tan razı olmuştur

Nefs-i Mardiyye’de; Allah da ondan razı olmuştur

Nefs-i Tezkiye’de kişi, nefsinin kalbini %51 nur doldurarak, ruhunu Allah’a ulaştırmıştır

Vuslat, konunun ruhudur. Ruhun, Allah’a doğru yaptığı yolculuğun Allah’ta son bulmasıdır. Bu, ruhtur. Lafzın adı vuslattır. Vuslat, ruhun Allah’a ulaşmasını ifade eder. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in hep lafzından hareket ediyorlar. Ve lugat mânâlarını söylerseniz, bununla bir neticeye ulaşamazsınız. “Takva nedir?” diye size sorarsam, takvanın lugat mânâsı; korkmak, sakınmak, çekinmektir. Oysaki Kur’ân-ı Kerim’de 7 ayrı takva söz konusudur. Ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyen kişi, 1. takvadadır. Ondan evvel takvayla alâkası yoktur. Kişi Allah’tan korkar ama takva sahibi değildir. O kişinin Allah’tan korkması (bizim anladığımız fizik anlamında bir korku) halinde takva sahibi olması söz konusu değildir. Herkes Allah’tan korkar. Ama takva sahibi olabilmek, ancak Allah’a ulaşmayı dilemekle sağlanan bir müessesedir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O'na (Allah'a) yönelin (Allah'a ulaşmayı dileyin) ve O'na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.





“Allah’a yönel (Allah’a ulaşmayı dile) ve böylece Allah’a karşı takva sahibi ol.”

Yani Allahû Tealâ diyor ki: “Allah’a ulaşmayı dilemezseniz, sizin Allah’tan korkmanız hiçbir işe yaramaz, siz takva sahibi olamazsınız.”

Mürşide tâbiiyet de yeni bir takvayı ifade eder. Allahû Tealâ buyuruyor ki:



5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin. Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.




“Ey âmenû olanlar! Takva sahibi olun. Kim sizi Allah’a ulaştıracaksa (Allah’a ulaştırmaya vesile olacaksa), işte o vesileyi Allah’tan isteyin.”

Ne oldu? Öyleyse Allahû Tealâ’dan mürşidi istemek de 2. bir takvayı ifade eder. Takvalar bunun gibi ardı ardına gelir. Ruhu Allah’a ulaştıran kişi de takva sahibidir. Ama bu 3. takvadır. Fizik vücudunu Allah’a teslim eden kişi 4. takvanın sahibidir. Nefsini Allah’a teslim eden kişi 5. takvanın sahibidir. İrşad olan kişi 6. takvanın sahibidir. İradesini Allah’a teslim eden kişi 7. takvanın sahibidir. Resûl olup da nebî olmayanlar 8. takvanın sahipleridir. Nebî resûllerse 9. ve en üst takvanın sahipleridir.

Ne oldu? Takva kelimesi Allah’tan sakınmak, çekinmek, korkmak demektir. Bizim Kur’ân-ı Kerim tefsirlerine (meallerine) bir göz atarsanız, nerede takva kelimesi geçmişse -7 kademenin 7’si de ayrı bir takvayı ifade eder- ama nerede takva kelimesi geçmişse bu Kur’ân-ı Kerim meali veren sevgili kardeşlerimiz, oraya hep “Allah’tan korkun.” diye yazmışlar. Oysaki söylediğimiz anlamlar, 28 basamaklık bir İslâmî merdivenin devamlı daha üst boyutlara ulaştığı yerdir.

Kişi Allah’a ulaşmayı diler; 1. takvanın sahibidir.

Mürşidine ulaşıp, tâbî olur; 2. takvanın sahibidir.

Ruhu Allah’a ulaştığında 3. takvanın sahibidir.

Fizik vücudunu teslim ettiğinde 4. takvanın sahibidir.

Nefsini teslim ettiğinde 5. takvanın sahibidir

Muhlis olduğu zaman 6. takvanın sahibidir.

İradesini Allah’a teslim ettiği zaman 7. takvanın sahibidir.

O kişinin Allahû Tealâ tarafından risalete tayini, onun doğmadan evvel onun risalete seçilmiş olmasını ifade eder. Bu 8. takvadır. Bir de peygamberler (nebîler) vardır. Nübüvvet müessesesi, Peygamber Efendimiz (S.A.V) tarafından tamamlanmıştır. İşte nebîler 9. takvanın sahipleridir. Daha ötede kimse yoktur. En üstün seviyede nebîler vardır.

Allah ile olan ilişkilerinizde bir takva kelimesine bakıp da, onun hep sadece Allah’tan korkmak olarak değerlendirilmesi, Kur’ân’ın ruhunun hiç bilinmemesi sebebiyle de hükümfermadır. Bu kelime gerçekten korkmak, sakınmak, çekinmek anlamlarına gelir. Ama 28 basamağa konuyu dağıttığınız zaman, 7 safhanın 7’si için de ayrı ayrı takva kademelerinin var olduğunu görürsünüz. Öyleyse kişi Kur’ân-ı Kerim’in ruhunu bilmiyorsa, lafzından hareket edecektir ve o kişi kendisinin takva sahibi olduğunu söyleyecektir. Âyetlere kelime yapısı itibariyle bakarsanız hep aldanırsınız. Muhlis olmanın lugat mânâsı, “halis olmak” demektir. Ama nefsin kalbi bir evvelki kademede de halistir. Ulûl’elbab makamında da nefsin kalbinde hiç afet yoktur. Bundan bir üstteki makam, muhlisler (ihlâs) makamıdır. Nefsin kalbi birincisinde 7 mertebe müzeyyen, ihlâs makamında 14 mertebe müzeyyendir. Salâh makamında 5 mertebe daha ilâve edilir; 19 mertebe müzeyyendir. Kişi ancak o zaman irşad makamına tayin olur.

Allahû Tealâ’nın dizaynında Allah’ın tarifleri vardır. İrşad yolunu kendinize yol edinmek mecburiyetindesiniz. Eğer kişi Allah’a ulaşmayı dilememişse irşad yolunu yol edinmemiştir. O gayy yolunu seçmiştir. Ama Kur’ân-ı Kerim’in ve insanların Kur’ân’a verdiği mânâların standartları içinde İslâm’ın 5 şartını (namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şehadet getirmek) ele alırsanız, bu 5 tane şartı uygulayan kişi Allah’a öyle bir güvenin sahibi oluyor ki; kişi kendisini gerçekten cennete gidecek zannediyor. Çünkü ona demişler ki: “İslâm’ın 5 tane şartı vardır: Namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, kelime-i şahadet getirmek. Kişi 5 şartı yerine getiriyor. İslâm’ın 5 şartı olduğuna göre, İslâm da Allah’a teslim olmak olduğuna göre; kim bunları yapıyorsa (İslâm’ın 5 şartını yerine getiriyorsa), bu kişi Allah’a teslim olan kişidir.”

Herkesin nüfus kâğıdında “İslâm” veya “müslüman” yazıyor. İster İslâm yazsın, ister müslüman yazsın, bu teslim olan demektir. Hele müslüman kelimesi, ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi de Allah’a teslim etmek demektir. Ama lugat mânâsından hareket edildiği için, müslüman, “inanan” mânâsında kullanılıyor. Herkesin nüfus kâğıdında yazıyor. Halbuki, Allahû Tealâ müslümandan bahsettiği zaman Hz. İbrâhîm’in bulunduğu ortamda bir tek aile ortaya çıkıyor. Ruhunu, vechini, nefsini ve iradesini Allah’a teslim ederek, lafzî (lugat) mânâsıyla değil gerçek hüviyette Kur’ân’daki 28 basamaklık bir düzeni takip ederek gerçek müslümanlardan olmuş bir aile.

İşte “Hadi gelin, ihlâsla bir namaz kılalım.” diyenlere deyin ki: “Siz daimî zikre ulaşmadan ihlâsla namaz kılamazsınız.” İhlâsla namazı sadece, muhlisler kılar. Muhlislerse sadece nefslerinin kalbi afetlerden tamamen temizlenenler değildir. Bu temizlenmenin 14 mertebe olması halinde kişi muhlis olur.

Lugat mânâsından hareketle hiçbir yere varmak mümkün değildir. O lugat mânâsının Kur’ân-ı Kerim’in çeşitli yerlerindeki hüviyetine bakacaksınız. Bir defa 28 basamağı mutlaka çok iyi öğrenmek mecburiyetindesiniz. Bu basamaklara göre kelimelerin yapısı yerli yerine oturacaktır. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemeden mürşidine (herhangi bir mürşide) ulaşıp tâbî olursa, o tâbiiyet bu kişiye hiçbir şey kazandırmaz. Kişide hiçbir değişiklik olmaz. Kişi zikir yapar, ancak Allah’ın katından ona nur gelmez. Allahû Tealâ ancak zikirle insanların kalbine nur gönderdiğini ifade etmektedir. İnsanlar, Allah’ı zikrettikleri taktirde böyle bir sonuca ulaşabileceklerdir.

Kur’ân’ın lafzından hareketle, muhtevayı kurtaracağını zannedenler hiçbir şey kurtaramazlar. Cehenneme odun olurlar. Bir insan “Ben takva sahibiyim.” diyerek, takva sahibi olmaz. Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimse takva sahibi olamaz. Kişi, “Ben Allah’tan korkuyorum. Öyleyse takva sahibiyim.” derse bu, boş bir hayaldir.

“Velî” kelimesi “evliya” kelimesi dost demektir. Kişi zanneder ki; İslâm’ın 5 şartını yerine getirdiği zaman Allah’ın dostu olmuştur. Hiç kimse İslâm’ın 5 şartıyla Allah’ın dostu olamaz. “Teslim” kelimesini ele alalım. Teslim; ruhun teslimidir, fizik vücudunun teslimidir, nefsin teslimidir, iradenin teslimidir. 22. basamakta ruh bizatihi Allah’ın Zat’ına ulaşarak, Allahû Tealâ’ya teslim olur. 25. basamakta fizik vücut teslim edilir (teslim olur), 26. basamakta nefs teslim olur, 27. basamağın 5. kademesinde irade Allah’a teslim olur.

“İslâm” kelimesi silm kökünden gelir. Mânâsı; “teslim olan” demektir. İnsanlara bakıyoruz: “Lâ ilâhe illâllah Muhammeden resûlullâh diyen müslüman olur.” diyorlar. “Lâ Lâ ilâhe illâllah Muhammeden resûlullâh” demek kimseyi müslüman kılmaz. Müslüman, ruhunu da vechini de iradesini de Allah’a teslim eden kişidir. Öyleyse bir kişinin kendisini, nüfus kâğıdında “müslüman” yazıyor diye müslüman zannetmesi, onun sadece lugat mânâlarından hareket ettiğini gösterir.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de “mü’min” kelimesini kullanıyor. O, “îmân eden” demektir. Piyasada insanlar hep şunu söylerler: “Mü’min mutlaka Allah’ın cennetine girer. Kalbinde zerre kadar îmân olan kişi Allah’ın cennetine mutlaka girer.” Neden? Onlara demişler ki: “Allah’a inanan kişi mü’mindir. Mü’minlerin de gideceği yer mutlaka cennettir.”

Oysa bakıyoruz ki; inanmak kimseyi cennet sahibi kılmıyor. Kişi Allah’a inanıyor ama o inandığı Allah’a ulaşmayı dilemiyor. Dilemediği sürece o kişinin cehennemden kurtulması mümkün değildir. Allah’a inanan ama Allah’a ulaşmayı dilemeyen kişi de Kur’ân-ı Kerim’de mü’min adıyla geçiyor. Allah’a inanan ve Allah’a ulaşmayı dileyen kişi de mü’min adıyla geçiyor. Kur’ân-ı Kerim’de 7 kademe mü’min vardır:

1- Allah’a ulaşmayı dileyenler,

2- Mürşidine ulaşıp tâbî olanlar,

3- Ruhlarını Allah’a ulaştıranlar,

4- Fizik vücutlarını teslim edenler,

5- Nefslerini teslim edenler,

6- İradelerini Allah’a teslim edenler.

Bütün bu kademedekiler mü’mindir. Bu arada ihlâs sahibi olanlar da, muhlis olanlar da hepsi mü’mindir. Oysaki herbiri daha üst kat cennete gideceklerdir ve de mü’minlerin öyle bir kademesi vardır ki; bunlar Allah’a inanırlar ama Allah’a ulaşmayı dilemezler. Kur’ân-ı Kerim onları mü’min olarak kabul etmiyor. Allahû Tealâ: “Onların kalplerinde îmân yoktur.” diyor. Kimin kalbinde îmân yoktur? Allah’a ulaşmayı dilemeyen hiç kimsenin kalbinde îmân yoktur. Kişinin kalbine ne zaman îmân girer? Allah’a ulaşmayı dilediği anda girer. Ama nefsin kalbinin %51 nurla dolması halinde o kişi ruhunu Allah’a teslim eden bir mü’mindir. Sonra fizik vücudunu teslim eden mü’min olacaktır. Sonra nefsini Allah’a teslim eden mü’min olacaktır. Sonra iradesini Allah’a teslim eden mü’min olacaktır. Hepsi mü’mindir. Ama herbiri daha üst makamı ifade eder. Allahû Tealâ Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e buyuruyor ki: “Habibim! Bu kişilerle Allah’a ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini teslim eden insanlar, (onlar) salihlerdir.”

Kişi her teslimde daha üst boyutta bir takvanın, daha üst boyutta bir huşûnun, daha üst boyutta bir îmânın sahibi olur. Îmân; inanmak demektir. İnanmak, 8 kademede oluşur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen ama Allahû Tealâ’ya inanan bir kişi hiçbir zaman cennete ulaşamaz. Onun gideceği yer bir daha çıkmamak üzere mutlaka cehennemdir. Kişi mü’mindir, Allah’a inanıyordur ama insanların zannettiği gibi Allah’a inanıyor diye o kişinin cennete girmesi mümkün değildir. Öyleyse kavramlarla onların Kur’ân-ı Kerim’deki skalaya (28 basamağa) göre tarifler birbirinden çok farklı hüviyetler gösterir. Âmenû olmak yani mü’min olmak da 7 kademedir. Söylediğimiz gibi her Kur’ân-ı Kerim kavramında bu 7 kademe mutlaka yer alır. 7 kademe mü’min vardır, 7 kademe âmenû olmak vardır, 7 kademe takva sahibi olmak vardır, 7 kademe huşû sahibi olmak vardır. Böylece lugat mânâlarının kişiyi hiçbir yere ulaştırmasının mümkün olmadığını görüyoruz.

İnsanlar Kur’ân’dan bir kavramı öğreniyorlar. O kavramın gereğini yerine getirdikleri zaman diyorlar ki: “Tamam. Biz doğru cennete gideceğiz.” Oysaki Allah’a ulaşmayı dilemedikçe hiç kimse (hangi çeşit ibadeti yaparsa yapsın), Allah’ın cennetine giremez.

Amilüssalihat deyince insanlar bütün ibadetleri, amilüssalihat olarak değerlendiriyor. Oysaki amilüssalihat; nefsin kalbinde Allah’ın nurlarını yerleştiren bir ibadet türüdür. Kişi zikir yapar, Allah’ın katından gelen rahmetle fazl ve rahmetle salâvât nurları göğsüne gelir, kalbine ulaşır, kalbine yerleşmeye başlar. Nefsin kalbindeki nurlar %51’i bulduğu zaman o kişi ruhunu Allah’a teslim etmiş olan bir insandır. Öyleyse herkes Allah’a teslim olduğunu iddia edebilir. Ama bu iddialar bir şey ifade etmez. Öyleyse herkes Allah’a teslim olduğunu iddia edebilir ama Allah’a göre bu bir şey ifade etmez. “Ben ruhumu Allah’a teslim ettim.” demekle, kişinin ruhu Allah’a teslim olmaz. Nefsinin kalbinde %51 (%49 fazl, %2 rahmet olarak) nur birikimi teşekkül etmezse (nefsinin kalbi Allah’ın nurlarıyla yarıdan fazla aydınlanmazsa), kişi ruhunu Allah’a teslim etmiş olmaz. Ermiş evliya da olmaz.

Böylece Kur’ân-ı Kerim’in kavramlarına baktığımız zaman Allahû Tealâ’nın her söylediği mânânın farklı bir boyut kazandığını görüyoruz. Yusuf Suresinin 108. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ diyor ki:



12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”





“Habibim de ki: Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur.”

Allah’ı kalp gözüyle görenler… Allah’ı kalp gözüyle gören kimdir? Allah’ı kalp gözüyle görenler, salâh makamının 5. kademesine ulaşanlardır. Ruhlarını, vehlerini, nefslerini ve iradelerini Allah’a teslim ettikleri zaman Allah’ın Zat’ını görebilirler. Rüyetullah olmak o zaman mümkündür. O zaman zaten Allahû Tealâ o kişiyi “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle (emriyle) irşad makamına tayin eder. Öyleyse bu kişinin Allah’a ulaşmayı dilemedikçe zikir de yaptığını düşünün (aslında zikir yapmış olmaz), namaz kıldığını düşünün (namaz kılması bir şey ifade etmez), bu kişi İslâm’ın 5 şartını yerine getirse ama Allah’a ulaşmayı dilemese hiçbir zaman cehennemden kurtulması mümkün değildir.

Öyleye sevgili kardeşlerim, Allah’ın vücuda getirdiği dizayna lâzımgelen önemi vermedikçe hiçbir zaman lafızdan hareketle hedeflere giremezsiniz. Mutlaka ruhun mânâsına nüfuz edeceksiniz. Kelime mânâsından gittiğiniz zaman herşey karmakarışık olur. İşte kelime mânâsından gidenlere, “Hidayet nedir?” diye sorduğumuz zaman, “Hidayet doğru yoldur.” diyorlar. “Peki Sıratı Mustakîm nedir?” diyoruz; ona da “Doğru yoldur.” diyorlar. “Bu doğru yol nereye götürür?” diyoruz, bu doğru yolun nereye götürdüğü konusunda bir fikrin sahibi değiller. Çünkü onlara göre insan ruhu o kişi hayattayken asla Allah’a ulaşamaz ve ancak kişi öldükten sonra ruhu Allah’a ulaşır. O zaman tabiatıyla vuslat konusundaki bütün herşeyi gizlemiş (ketmetmiş) oluyorlar.

Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’e ard arda kavramlar koymuştur. Zikir kelimesi lugat mânâsıyla hatırlamak demektir. Ama zikrullah; Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah, Allah…” diye tekrar etmektir. İkisi birbirine eşit midir? Alâkası yoktur. Öyleyse ne tarz bir olaydan bahsediyoruz? Kavramları ruhuyla tanımak mecburiyetindeyiz, Kur’ân’da ihtiva ettikleri mânâyla tanımak mecburiyetindeyiz. Onları o mânâya dayalı olarak değerlendirmek mecburiyetindeyiz. Onların gerçek hükmü ancak bu standartlarda oluşur.

Türkiye’de 22 ayrı kişinin veya grubun yazdığı Kur’ân-ı Kerim’ler satılıyor. Hepsini aldık, inceledik. Ve gördük ki hep Kur’ân-ı Kerim’lerde kelimelerin lugat mânâlarından gidilmiş. Öyle olduğu için de Allah’ın söylemek istediği ya da işaret ettiği anlamlar bütünüyle kaybolmuş. Allahû Tealâ; “vuslat” dediği zaman, insan ruhunun Allah’a vasıl olması söz konusudur. Ancak onunla hedefe gidebilirsiniz. Hud Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Hz. Nuh diyor ki:



11/HÛD-29: Ve yâ kavmi lâ es’elukum aleyhi mâlâ(mâlen), in ecriye illâ alâllâhi ve mâ ene bi târidillezîne âmenû, innehum mulâkû rabbihim ve lâkinnî erâkum kavmen techelûn(techelûne).
Ve ey kavmim! Buna (tebliğ ettiğim şeylere) karşılık sizden mal olarak (bir şey) istemiyorum. Eğer ücretim (ecrim) varsa ancak Allah'a aittir. Ve ben âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) tardedecek (uzaklaştıracak, kovacak) değilim. Muhakkak ki onlar, Rab'lerine mülâki olacaklar (ulaşacaklar). Ve lâkin ben, sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.




“Ben bu yanımda bulunan âmenû olanları (yanımdan) kovacak değilim. Çünkü onlar mutlaka Allah’a ulaşacaklardır.

Neden ulaşacaklardır? Çünkü âmenû olmuşlardır (Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir). Dilemişlerse ne olur? Allah’ın verdiği sözü gerçekleştirmesi söz konusu olur. Allahû Tealâ ne diyor: “Kim Bana ulaşmayı dilerse, Onu mutlaka Kendime ulaştırırım.”



42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).






“Allah dilediğini Kendisine seçer ve onlardan kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah onları Kendisine ulaştırır.”

Lafız ve ruh birbirinden tamamen ayrı kavramlardır. Kur’ân-ı Kerim’deki 6 safhanın bir lafzı ve bir de ruhu vardır. Ama 7. safhada (salâh makamında) bir lafız (aynı lafız) vardır. Ama o lafızda 7 tane kademe yerleştirilmiştir.

Ulûl’elbab makamında Allahû Tealâ kişiye yer katlarını (yani cehennemler) gösterir. 7 tane cehennem, 7 tane cehennem katını oluşturur. Bu 7 tane cehennemin dizaynında Allahû Tealâ her kat cehenneme ayrı bir isim vermiştir. Ne yapılırsa hangi cehenneme gidileceği, ne yapılırsa hangi cennete girileceği Kur’ân-ı Kerim’de bütün açıklığıyla yer almıştır.

İradesini Allah’a teslim eden kişi de cennete gidecektir. Ama 7. kat cennete gidecektir. Sadece Allah’a ulaşmayı dilemiş, ondan sonraki herhangibir noktaya ulaşamadan ölmüş olan bir kişi de cennete gidecektir. Ama ilk kat (1. kat) cennete gidecektir. Öyleyse 2. kat cennete girenler (yani Allah’a ulaşmayı diledikten sonra, mürşidlerine ulaşıp da tâbî olanlar) sadece Allah’a ulaşmayı dileyenlerden daha üstündürler. Çünkü onlar 2. kat cennete gideceklerdir.

Öyleyse Kur’ân-ı Kerim muhtevası içerisinde ulaşılan bir sonuç görüyoruz. Her kavram eğer 7 kademe taşıyorsa, 7 kademe de birbirinden mutlaka farklı olacaktır. O kavramın hangi kademelere ait olduğu gelen âyetin genel durumundan açıkça belli olur. Değerlendirmeyi ona göre yapmak mecburiyetindeyiz.

Sevgili kardeşlerim, o zaman lafzı ve ruhu önem derecesine göre ayırırsak, lafzın hiçbir değeri kalmıyor. Önemli olan Kur’ân’ın ruhudur. Aynı kelimenin meselâ takva kademesinin (ya da kelimesinin) 7 tane kademe göstermesi bir vakna iken, 7 kademeye göre de Kur’ân-ı Kerim’de âyet mevcutken, bunu sadece “Allah’tan korkmak, çekinmek, sakınmak” olarak aldığınız zaman büyük bir yanılgıya düşmüş olursunuz.

Öyleyse sevgili kardeşlerim, siz siz olun, sakın Kur’ân’ın lugat mânâsından hareket etmeyin. Bu lûgat mânâsının neye göre değerlendirileceğini öğrenin. Ancak öğrendiğiniz zaman Kur’ân-ı Kerim’deki 7 safhayı da öğrenmiş ve herkese öğretebilecek bir boyut kazanmış olursunuz.

1- Allah’a ulaşmayı dilemek

2- Mürşide ulaşıp tâbiiyet

3- Ruhu Allah’a ulaştırmak

4- Fizik vücudu Allah’a teslim etmek (Fizik vücut gene bu dünyada yaşamasına devam eder ama Allah’a teslim olmuştur.)

5- Nefsi Allah’a teslim etmek

6- Muhlis olmak

7- İrşada memur ve mezun kılınmak

Bunların herbiri ayrı bir kademeyi ifade eder. Öyleyse Kur’ân’ın lafzını sakın önemli bir şey zannetmeyin. Bu lafız, gerçek bir anlam taşımaz. Önemli olan Allah’a ruhu, vechi, nefsi ve iradeyi teslim etmektir. Herbiri ayrı bir kademeyi gösterir. Öyleyse Kur’ân-ı Kerim’in lafzı ve ruhu birbirinden ayrı kavramlardır. Siz ruhu öğrenmeye çalışın. O zaman 7 basamağın (kademenin de) da hususiyetlerini başkalarından daha fazla öğrenmiş olursunuz.

Sevgili kardeşlerim, can dostlarım, gönül dostlarım, Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasını Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlıyoruz.
 
  Bugün 8 ziyaretçi (23 klik) kişi burdaydı! free counters
<
 
 

======== sagtus ======== sag =================

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol

Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

  İrtibat E-mail: iletisim@hidayetvakti.com