Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

== <

   
  Muqeddes sevgi varsa oda Allahindir
  SAHÂBE
 
SOHBETİN ADI: SAHÂBE


TARİHİ: 01.11.2003




Konumuz sahâbe.

Sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e yardım eden, O’nunla beraber cenklere giden, ölüme atılan, O’nun sevgilileri, en çok sevdiği insanlardır.

Allah’a ulaşmayı dilemeyi ve ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşmasını inkâr edenlere, “Sahâbe kimdir?” diye sorarsanız, size diyeceklerdir ki: “Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i hayattayken görenlerdir.” Hayır, görenler değil, hayattayken Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e, tâbî olanlardır. Sahâbe, sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i görenler midir? O’nu putperestler de (puta tapanlar) gördüler. Ateşe tapanlar da, şeytana tapanlar da gördüler. Hristiyanlar da gördüler, yahudiler de. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i görenler sahâbe midir? Hayır, sahâbe değildirler.

Sahâbe kimdir? Hayattayken 12 tane ihsanla Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmak şerefine erenlerdir. Allahû Tealâ Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:


12/YÛSUF-108: Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne).
De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”




Peygamber Efendimiz (S.A.V): “Benim ve bana tâbî olanların, bizim hepimizin...” diyor. İşte Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlar sahâbedir. Onlar da başlangıçta çok kötü durumdaydılar. Yol keserlerdi, kervan soyarlardı, fal oklarına bakarlardı. Allah’ın yasak ettiği fiilleri işlemekle kalmazlar daha da kötüsünü yaparak, kız çocuklarını küçücükken diri diri mezara gömerlerdi. Başlangıçta böyle olan insanlar, sonra Allah’ın güzelliklerine ulaştılar.

Allahû Tealâ onlar için diyor ki: “Allah’ın ipine sımsıkı tutunun ve fırkalara ayrılmayın. Siz bir ateş çukurunun kenarındaydınız da Allah sizi o ateş çukurundan kurtardı. Siz birbirinizin can düşmanıydınız, Allah kalplerinizi telif etti de sizi kardeşler kıldı.” İşte sahâbenin kısaca özeti budur.


3/ÂLİ İMRÂN-103: Va’tasımû bihablillâhi cemîân ve lâ teferrekû, vezkurû ni’metallâhi aleykum iz kuntum a’dâen fe ellefe beyne kulûbikum fe asbahtum bi ni’metihî ihvânâ(ihvânen), ve kuntum alâ şefâ hufretin minen nâri fe enkazekum minhâ, kezâlike yubeyyinullâhu lekum âyâtihî leallekum tehtedûn(tehtedûne).
Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.



Ne yapmış sahâbe? Sahâbe, Kur’ân-ı Kerim’in bütününe îmân etmiştir. Allahû Tealâ diyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-119: Hâ entum ulâi tuhıbbûnehum ve lâ yuhıbbûnekum ve tû’minûne bil kitâbi kullih(kullihi), ve izâ lekûkum kâlû âmennâ, ve izâ halev addû aleykumul enâmile minel gayz(gayzi), kul mûtû bi gayzikum, innallâhe alîmun bi zâtis sudûr(sudûri).
İşte siz (mü'minler) böylesiniz, siz onları seversiniz ve onlar sizi sevmezler ve siz kitabın tamamına îmân edersiniz. Ve sizinle karşılaşınca "biz îmân ettik" dediler, yalnız kaldıkları zaman, size karşı öfkelerinden parmak uçlarını ısırdılar. De ki: "Öfkenizden ölün."Muhakkak ki Allah, sinelerde olanı en iyi bilendir.




Allahû Tealâ diyor ki: “Ey sahâbe, onlar size karşı buğzettikleri halde, size kötü davrandıkları halde, sizi işkenceye tâbî tuttukları ve sizi öldürdükleri halde siz gene de onlara karşı muhabbet beslersiniz. Çünkü siz Kur’ân’ın bütününe tâbî olursunuz.”

Bunların hepsi olmuştur. Kur’ân-ı Kerim olayları birer birer almamış, “Size buğzettikleri halde.” ifadesini kullanılmıştır. Geri kalanlar bizim işaretlerimizdir, sahâbeye hepsi yapılmıştır.

Bütün sahâbe, Kur’ân’ın bütününe tâbî olmuşlardır. Öyleyse, Kur’ân’ın bütününe îmân etmek ve öyle bir kalp yapısı içinde bulunmak ki; kötülüğe iyilikle mukabele etmek noktasında olmak söz konusudur. İşte onlar sahâbeydi, kötülüğe iyilikle mukabele ederlerdi.

Sahâbe gerçekten o noktaya geldiler mi? Evet, geldiler. Sahâbe, resûl ve nebî olmayan, nübüvvete ve risalete seçilmemiş olan bütün insanların ulaşabilecekleri en üst mertebeye ulaştılar. İrşad makamının sahibi oldular. Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim ettiler. Onlar sahâbeydi.

Allahû Tealâ, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e teheccüd namazını farz kıldığı zaman; “Habibim, gece kalk da sadece sana has bir nafile namaz olmak üzere gecenin en az üçte birini, en çok üçte ikisini teheccüd namazı kılarak geçir.” diyor.


17/İSRÂ-79: Ve minel leyli fe tehecced bihî nâfileten lek(leke), asâ en yeb’aseke rabbuke makâmen mahmûdâ(mahmûden).
Gecenin bir kısmında uyan ve sana özel nafile (ilâve) olarak O'nunla (Kur'ân'la) teheccüd namazı kıl! Rabbinin seni Makam-ı Mahmut'a beas etmesi (ulaştırması) yakındır.



Peygamber Efendimiz (S.A.V) o günden itibaren bunu yapmaya başlamıştır. Gecenin en az üçte birini teheccüd namazı kılarak geçirmiştir. Teheccüd namazı 11 rekâtlık bir namazdır. İki dört rekâttan, bir de üç rekâtten oluşan 11 rekâtlik bir namaz, nasıl olur da en az 4 saat hatta bazen 5-6 saat sürer? Çünkü bu namaz zikirle kılınan bir namazdır. Hafî zikirle, sessiz zikirle kılınan bir namaz çeşididir. Âyet okunduktan sonra, arkasından zikredilir.

Bunun üzerine bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V) ile beraber, gecenin üçte birinden fazlasını teheccüd namazını kılarak geçirmeye başlamışlardır. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in evi, hepsini almaya müsait değildir. Lambanın ya da mumun bahçeye akseden gölgesine bakarak, hepsi Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le birlikte bahçede namazlarını kılmışlardır. Teheccüd namazını, O’nunla beraber aynı standartlarda, gecenin en az üçte birini namazla geçirerek kılmışlardır. Ama bir süre sonra sahâbe bu işe dayanamamış ve Allahû Tealâ da âyet indirmiştir. “Siz de O’na indirdiğimiz teheccüd namazını kıldınız ama vücutlarınız buna dayanmadı, sarardınız soldunuz. Bundan sonra teheccüd namazını kolayınıza geldiği gibi kılın.” buyurmuştur.

Sahâbe dayanıklıydı ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e Allahû Tealâ özel bir dayanıklılık vermişti. O’na vermiş olduğu görev gecenin üçte birini, hatta üçte ikisini teheccüd namazıyla geçirmekti. Sahâbe aynı şeyleri yapınca bir süre sonra yüzleri sararmaya başladı, rahatsızlıklar söz konusu oldu. Bunun üzerine Allahû Tealâ bu âyet-i kerimeyi indirmiştir.


73/MUZZEMMİL-20: İnne rabbeke ya'lemu enneke tekûmu ednâ min suluseyil leyli ve nısfehu ve sulusehu ve tâifetun minellezîne meak(meake), vallâhu yukaddirul leyle ven nehâr(nehâre), alime en len tuhsûhu fe tâbe aleykum, fakreû mâ teyessere minel kur'ân(kur’ânî), alime en seyekûnu minkum merdâ ve âharûne yadribûne fîl’ardı yebtegûne min fadlillâhi ve âharûne yukâtilûne fî sebîlillâhi fakreû mâ teyessere minhu ve ekîmus salâte ve âtûz zekâte ve akridullâhe kardan hasenâ(hasenen), ve mâ tukaddimû li enfusikum min hayrin tecidûhu indallâhi huve hayren ve a'zame ecrâ(ecren), vestagfirûllâh(vestağfirûllâhe), innellâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Muhakkak ki Rabbin, senin ve seninle beraber olanlardan bir topluluğun, gecenin üçte ikisinden daha azında, (bazan) onun yarısında ve (bazan da) onun üçte birinde (Kur'ân okumak, zikir yapmak, kanitin olmak, teheccüd namazı kılmak için) kalktığını biliyor. Ve geceyi ve gündüzü Allah takdir eder, onu sizin asla hesaplayamayacağınızı (gecenin zaman dilimlerini doğru tayin edemeyeceğinizi) bildi. Bu sebeple sizin tövbenizi kabul etti. O halde Kur'ân'dan size kolay geleni okuyun! Sizden bir kısmınızın hasta olacağını, diğerlerinin yeryüzünde, Allah'ın fazlından (rızık) isteyerek dolaşacaklarını ve diğer bir kısmının da Allah'ın yolunda savaşacaklarını bildi. Artık O'ndan (Kur'ân'dan) size kolay geleni okuyun, namazı ikame edin, zekâtı verin ve Allah için güzel bir şekilde borç verin! Ve nefsiniz için hayır olarak ne takdim ederseniz, onu Allah'ın indinde daha hayırlı ve daha büyük bir ecir olarak bulursunuz. Ve Allah'a istiğfar edin (tövbe edip Allah'tan mağfiret dileyin)! Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.




11 rekâtlık bir namaz kaç dakikada kılınır? 4 rekâtlık bir namazın 8 dakikada kılındığını kabul edelim, bir tane daha 4 rekât 16 dakika, bir de 3 rekât onu da 6 dakika düşünelim, 22 dakika. Ama geceyi 12 saat kabul ettiğimiz zaman üçte biri 4 saat olur. 8 saate kadar indiği bir noktayı düşünelim gene de bu süre 2,5 saatten aşağıda değildir. Gece 9 saat olsa, bu süre 3 saat olur. 3 saat ile 4 saat arasında kılınan bir namaz, normal standartlarda 22 dakikada kılınabilecek olan bir namazdır. Allahû Tealâ sahâbe için bu namazı 3-3,5 saatten 22 dakikaya indirip, “Size kolaylıklar verdim.” diyor. Sahâbe ne yapıyor? Aynı şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V)’le beraber kılmaya devam ediyorlar.

Bunun kolay bir şey olduğunu sanmayın. Biz 40 günlük erbaîn çıkarmıştık. 41. gün de perşembeye rastladığı için 41 günlük bir erbaîn olayı tahakkuk etmişti. Benimle beraber erbaîne katılan kardeşlerimiz ve geceleri bize katılan diğer kardeşlerimizle beraber en az 3 saat süren bir namaz kılmak söz konusu oldu. Her gece, teheccüd namazını bu standartlar altında kıldık. Ellerimizin üzerinde değil, dirseklerimizin üzerinde olmamıza rağmen biz onların yaptığını başaramadık. Ve kardeşlerimiz çok yorgunluk hissetti. Dikkat edin sözlerimize. Secdelerimiz ellerimizin üzerinde değildi, dirseklerimizin üzerindeydi. Ona rağmen onların elleri üzerinde yaptığı secdeyi biz o 3 saatlik süre içerisinde dirseklerimizle başarmakta güçlük çektik. Onlar Allahû Tealâ tarafından özellikle terbiye edilmiş bir toplumdu.

Allahû Tealâ sahâbe için şöyle buyurmaktadır: “Onlar size buğzettiği halde siz onlara gene de muhabbet beslersiniz, onları seversiniz, onlara onların size davrandığı gibi, düşmanca davranmazsınız.”


58/MUCÂDELE-22: Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve ahiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?



“O sahâbeyi Allah’ın Resûl'üne karşı gelenlerle sevişir bulamazsınız. Onlar kendi kabilelerinden de olsa, akrabası da olsa, anne babaları da olsa, kardeşleri de olsa; peygamberimize kötü davrananlarla onları sevişir bulamazsın.”

Dikkat edin! Kim Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmamışsa, o aileden biri ikisi mutlaka tâbî olanlardı. O zaman ailenin fertleri birbirlerine karşı ayrı cephelerdeydiler. Allahû Tealâ burada çok özel bir durumdan bahsetmektedir. Sahâbe kendilerine karşı bir kötü davranış olduğunda ona mukabele etmezlerdi. Selâm verip geçerlerdi, tahammül ederlerdi ve onları gene sevmekte devam ederlerdi. Ama ne zaman ki, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e karşı bir saldırı, bir hakaret, bir kötü davranış biçimi olursa, o zaman sahâbe onların karşısındaydı ve çok sert müdahalelerde bulunurlardı. Nitekim bunun en tabiî olanı savaştır. Bütün sahâbe kendi akrabalarına karşı savaş verdiler ve galip geldiler.

Sahâbe öyle insanlardı ki; kendisinden başka olan sahâbe, o sahâbe için kendisinden üstündü. Öyle kabul ederlerdi. Kendilerini başkalarından öne geçirmezlerdi. Başkalarını kendilerinden öne geçirirlerdi. Başkalarını, diğer sahâbeyi daima kendilerinden daha değerli tutarlardı.

Savaştan sonra şehit olmak üzere olanlar arasında Hazreti Ömer, elindeki su kabıyla dolaşır ve bir sahâbe: “Ya Ömer su!” der. Artık şehit olmak üzeredir. Hemen Hazreti Ömer, koşup suyu uzatır. Tam o sahâbe suyu alırken başka bir sahâbe seslenir: “Ya Ömer su!” der. Birinci sahâbe: “ Ya Ömer, onun benden daha fazla o suya ihtiyacı var, o suyu ona götür!” der. Hazreti Ömer bunu şehit olmak üzere olan bir sahâbenin vasiyeti olarak değerlendirir ve derhal ikinciye koşar. İkinciye matarayı ulaştırdığı zaman, bir üçüncü sahâbe: “Ya Ömer su!” der. İkinci sahâbe de der ki: “Ya Ömer, onun benden daha fazla ihtiyacı var. Suyu ona götür!” Hazreti Ömer bunu da emir telâkki eder ve üçüncü sahâbeye matarayı uzatır. Üçüncü sahâbe, o suyu içemeden şehit olur. Diğerleri zaten şehit olmuşlardır. Hazreti Ömer suyu yetiştireyim diye ikinciye koşar, o da şehit olmuştur. Birinciye koşar, o da şehit olmuştur.

Sahâbenin başkalarını kendilerinden ne kadar önde tuttuklarını anlıyor musunuz? Onlar sahâbeydi. Sahâbenin en belirgin özellikleri Kur’ân’ı yaşamalarıdır. O belirgin özellikleri sebebiyle çağımızın dîni yaşadıklarını zanneden kesiminden bütün boyutlarıyla farklı bir ortamda yaşadılar. Farklı insanlar oldular, üstün insanlar oldular. Çünkü onlar Allah’ın yaşamamızı emrettiği Kur’ân-ı Kerim’deki 7 safhayı da, İslâm’ın 7 safhasını da yaşadılar. Kâinatın tek dîninin, daha evvel bütün peygamberler zamanında yaşanan 7 safhasını yaşadılar.

Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler mi? 1. safha. Evet, bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler. Taguta kul olmaktan kurtuldular ve Allah’a kul oldular. Allahû Tealâ bütün sahâbenin İslâm’ın 1. safhasını yaşadığını kesinleştirmektedir.


39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!




Sahâbe kendilerini taguta kul olmaktan kurtardılar, nasıl? Allah’a ulaşmayı dileyerek, Allah’a yönelerek. Allah’a ulaşmayı dileyerek. Allahû Tealâ: “Onlar Allah’a yöneldiler, Allah’a ulaşmayı dilediler ve taguta kul olmaktan kendilerini kurtardılar. Onlara müjdeler vardır. Kullarımı müjdele.” diyor. Ne müjdesi? Hem cennet müjdesi hem de dünya müjdesi. Onun için “müjde” demiyor, “müjdeler” diyor.

Neden? Çünkü Allahû Tealâ’nın sözü var. Kim Allah’a ulaşmayı dilerse Allah’a yönelirse, Allahû Tealâ o kişiyi mutlaka Kendi Zat’ına ulaştıracaktır. Kendi Zat’ına ulaştırdığı zaman o kişi 3. kat cennetin sahibidir ve dünya saadetinin de yarısına sahiptir. Nefsinin kalbindeki afetlerden yarısı yok olur, temizlenmiş olur.

İşte o zaman Allahû Tealâ’nın dizaynı apaçık bir hüviyette ortaya çıkmaktadır. Bu muhtevada kesin bir olguyla karşı karşıyayız. Bütün sahâbe şeytana kul olmaktan kurtulmuşlar ve Allah’a kul olmuşlardır. Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen herkes için 22. basamağa kadar olan kesimi garanti etmiştir.


42/ŞÛRÂ-13: Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).



“Allah dilediğini Kendisine seçer ve dilediklerinden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, Allah’a yönelirse Allah onları mutlaka Kendisine ulaştırır.”

Allahû Tealâ, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi mutlaka Kendisine ulaştıracağı için orada müjdeyi vermektedir; dünya ve cennet müjdesi. Allahû Tealâ bir başka âyet-i kerimeyle de bu hususu kesinleştirmiştir.


10/YÛNUS-62: E lâ inne evlîyâ allâhi lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn(yahzenûne).
Muhakkak ki Allah'ın evliyasına (dostlarına), korku yoktur. Onlar, mahzun olmazlar, öyle değil mi?



10/YÛNUS-63: Ellezîne âmenû ve kânû yettekûn(yettekûne).
Onlar, âmenûdurlar (ölmeden evvel Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir) ve takva sahibi olmuşlardır.



İşte bu iki grup âyet-i kerime birbirini tamamlamaktadır. Müjdenin hem cennet müjdesi hem dünya müjdesi olduğu burada kesinleşmektedir.

Madde1: Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişlerdir. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olan bütün sahâbenin, tâbî olmadan evvel ilk yaptıkları şey, Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemek olmuştur. Allah’a ulaşmayı dilemeyen, küfürdedir, dalâlettedir, mutlaka cehenneme gidecektir, hüsrandadır. Allah’ın âyetlerinden gâfildir, vs, vs... Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemekle, bu belâların hepsinden birden kendilerini kurtardılar. Zamanımızda artık Allah’a ulaşmayı dilemek diye öğretim sisteminin içinde bir kavram mevcut değildir.

Allah’a yönelmek, Allah’a ulaşmayı dilemek, âmenû olmak, mü’min olmak olarak adlandırılmaktadır. Bugün mü’min olmanın ne olduğu bilinmiyor. “Allah’a inanan mü’mindir.” inancı bütün dünyayı sarmış durumdadır. Ancak bu insan, kurtuluşa ulaşacak olan hak mü’min değildir. Bir insan Allah’a ulaşmayı dilemeden hak mü’min olamaz.

Allah’a ulaşmayı dileyen sahâbe, İslâm’ın 2. safhasına ulaştılar. 2. safhada ne vardır? İrşad makamına ulaşıp, ihsanla tâbiiyet. Bütün sahâbe Allahû Tealâ’dan 12 tane ihsan alarak Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)’e teslim oldular, tâbî oldular. Allahû Tealâ diyor ki:


48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).




“Habibim Sana tâbî olmak Allah’a tâbî olmaktır. Sana tâbî oldukları zaman onların ellerinin üzerinde Allah’ın eli vardı.”

Allah her an Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bütün vücuduna tecelli etmekteydi. Elbette tecelli elini de kaplıyordu ve Allah’ın tecellisi elbette el şeklindeydi. Öyleyse bütün sahâbe 14. basamağa ulaşıp Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi gereğince tâbiiyetlerini gerçekleştirdiler. Her konuya itiraz eden sevgili dîn alimlerimiz, buna itiraz edemiyorlar. Çünkü tâbiiyet gerçekleşmiş ama diyorlar ki: “O peygamberdi. O’na tâbî olundu. Bu son tâbiiyetti. Ondan sonra bir defa daha tâbî olunmaz.”

İblis, insanları Allah’ın hedeflerinden saptırabilmek için hep vasıta olarak insanları kullanır, gene kullanmaktadır. Sözlerimize dikkat edin. Biz: “Allah’a ulaşmayı dileyin!” diyoruz, farzları sıralıyoruz. “Allah’a ruhunuzu ulaştırın!” diyoruz, farzları sıralıyoruz. Yetmez, şimdi sahâbe söz konusu. Kur’ân-ı Kerim’de sahâbenin hepsinin, Kur’ân’ın temel hükümlerinin hepsini eda ettiğini, yerine getirdiğini, İslâm’ın 7 safhasını da yaşadıklarını ve irşada ulaştıklarını görüyoruz.

Bütün sahâbe 2. safhayı da yaşamışlar, tâbiiyetlerini gerçekleştirmişlerdir. Sonra, sahâbenin ruhlarını da Allah’a ulaştırdıklarını görüyoruz. Allahû Tealâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:


39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).



“Onlar sözü dinlerler ve sözün ahsen olanına tâbî olurlar.”

Hem Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)’in söylediklerine tâbî olurlar. Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)’in söyledikleri, sözün ahsen olanıdır. Kur’ân-ı Kerim âyetleri de sözün ahsen olanıdır. Hem de O’na tâbî olurlar. Ve bütün sahâbe hidayete ermişlerdir.

Allahû Tealâ hidayet konusunda şöyle buyurmaktadır:


3/ÂLİ İMRÂN-73: Ve lâ tu’minû illâ li men tebia dînekum, kul innel hudâ hudallâhi en yu’tâ ehadun misle mâ ûtîtum ev yuhâccûkum inde rabbikum, kul innel fadla bi yedillâh(yedillâhi), yu’tîhi men yeşâ’(yeşâu), vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah'a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah'a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz'in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi'dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm'dir (en iyi bilendir).




“Muhakkak ki hidayet, Allah’a ulaşmaktır.”


2/BAKARA-120: Ve len terdâ ankel yahûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum kul inne hudâllâhi huvel hudâ ve leinitteba’te ehvâehum ba’dellezî câeke minel ilmi, mâ leke minallâhi min veliyyin ve lâ nasîr(nasîrin).
Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah'a ulaşmak (Allah'ın kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.” . Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah'tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.



“Muhakkak ki,Allah’a ulaşmak işte o hidayettir.”

Bütün sahâbe hidayete ermişlerdir. Zumer-18 bunu kesinleştirmektedir. Yeter mi? Hayır. Aynı hidayeti Kur’ân-ı Kerim’de bir başka âyet-i kerimede de görüyoruz. Çünkü bütün sahâbe 21. basamakta ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar ve 22. basamakta ruhları Allah’a teslim olmuş, hepsi hidayete ermişlerdir. Sonra bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir.

Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemişler, tâbiiyetlerini gerçekleştirmişler. Bunlar İslâm’ın 1. ve 2. safhalarıdır. Ruhlarını Allah’a ulaştırmışlar, hidayete ermişlerdir; bu nokta İslâm’ın 3. safhasıdır. Fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir; bu nokta İslâm’ın 4. safhasıdır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.




Kimdir sahâbe? Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olanlardır. Allahû Tealâ bu âyette buyuruyor ki: “Ben (Peygamber Efendimiz (S. A.V) ve Bana tâbî olanlar, biz hepimiz, vechimizi, fizik vücudumuzu Allah’a teslim ettik. Sor bakalım o ümmîlere ve kitap sahiplerine, Onların arasında da Allah’a teslim olanlar var mı? Varsa onlar mutlaka daha evvel hidayete ermişlerdir.”

Sahâbe bu âyete göre fizik vücudunu Allah’a teslim etmiştir. Ali İmran Suresinin 20. âyet-i kerimesi, sahâbenin ruhlarını daha evvel Allah’a ulaştırıp Allah’a teslim ettiklerini de bir kere daha ispat ifade etmektedir.

İslâm’ın 4. safhası, 25. basamakta yaşanır. 26. basamakta nefs teslimi gerçekleşir. Bu daimî zikre ulaşmakla gerçekleşir. Daimî zikre ulaşmadıkça hiç kimse nefsini Allah’a teslim edemez ve hikmet sahibi olamaz. Bütün sahâbe hikmet sahibi olmuş ve nefsini Allah’a teslim etmiştir. Hepsi daimî zikre ulaşmışlardır. Allahû Tealâ buyuruyor ki:


39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).



Zumer Suresinin 18. âyet-i kerimesi sahâbenin ulûl’elbab olduğunu kesinleştirmektedir. Hepsi ulûl’elbab olmuşlardır. Peki ulûl’elbab kimdir? Alllahû Tealâ bunun cevabını şöyle vermektedir:


3/ÂLİ İMRÂN-190: İnne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı).
Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün ardarda gelişinde, ulûl elbab için elbette âyetler (deliller) vardır.



3/ÂLİ İMRÂN-191: Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı).
Onlar (ulûl elbab, lüblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), ayaktayken, otururken, yan üstü yatarken (daima) Allah'ı zikrederler. Ve göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler (ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Sen Subhan'sın, artık bizi ateşin azabından koru.



Allahû Tealâ niçin yan üstü yatmayı öneriyor acaba? Genel yatış tarzı, kıbleyi sağa almaktır. Sağınıza dönerek yattığınız zaman, yastığınızın üzerine kulağınız gelecektir. Birazcık sağa sola kulağınızı kımıldattığınızda, basınç sebebiyle kulağınızda kalbinizin atışlarını hissetmeye başlarsınız. Kalbinizin her çift atışında dilinizi kımıldatmadan, ses de çıkarmadan, içinizdeki sesle zikre başlayarak uyumalısınız. Bu mutlaka sağa dönerek yatmanızı ifade eder. Yatağın şekline göre bu olay çok önemli olmayabilir. Ama Allahû Tealâ’nın emri yan dönerek yatmanızdır. Yan dönerek yattığınızda, kulağınızda o kalp atışlarınızın ritmini duyarsınız. Ve uyumadan evvel bu ritme uygun bir şekilde çift heceyle, dilinizi kımıldatmadan, sesinizi de çıkarmadan “Allah” kelimesini tekrar edeceksiniz.

Allahû Tealâ sahâbenin onu yapması için, “Yan üstü yatarken Allah’ı zikredin.” buyurmaktadır. Öyleyse ayaktayken de otururken de yan üstü yatarken de hep Allah’ı zikredenler, ulûl’elbab olanlardır. Bütün sahâbe ulûl’elbab olmuşlar, yani hikmete ulaşmışlar, nefslerini de Allah’a teslim etmişlerdir. Burası 26. basamaktır. Sonra 27. basakta irşada ulaşmışlardır. Allahû Tealâ diyor ki:


49/HUCURÂT-7: Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.




Bütün sahâbe İslâm’ın 6. kademesini de gerçekleştirmişlerdir. Sonra iradelerini de Allah’a teslim ederek irşad makamına tayin olmuşlar, Allah’ın Zat’ını da görmüşlerdir. Burası 28. basamağın 4. kademesini ifade eder.

İster ensar olsun ister muhacirîn; bütün sahâbe, hepsi irşad makamının sahipleriydi. Allahû Tealâ, Al-i İmran Suresinin 110. âyet-i kerimesinde: “Siz marufla emreden münkerden nehyeden bir toplum oldunuz artık.” buyurmaktadır.


3/ÂLİ İMRÂN-110: Kuntum hayra ummetin uhricet lin nâsi te’murûne bil ma’rûfi ve tenhevne anil munkeri ve tu’minûne billâh(billâhi), ve lev âmene ehlul kitâbi le kâne hayran lehum, minhumul mu’minûne ve ekseruhumul fâsikûn(fâsikûne).
Siz, insanlar için çıkarılmış (seçilmiş) olan, ümmetin hayırlı kişileri oldunuz. Mâruf ile emredersiniz ve münkerden nehy edersiniz (men edersiniz). Ve siz, Allah'a îmân ediyorsunuz. Eğer kitap ehli de îmân etselerdi elbette onlar için hayırlı olurdu. Onlardan bir kısmı mü'mindir ve onların çoğu da fâsıklardır.



Bütün sahâbe irşad makamının sahibi olmuşlardır. O kadar mı? Daha kesin bir delil var. Allahû Tealâ şöyle buyurmaktadır:


9/TEVBE-100: Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu).
O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.




Ensar ve muhacirînin hepsine tâbî olunduğu, bu âyet-i kerimeyle kesinlik kazanmaktadır. Bütün sahâbenin irşad makamına tayin olduğunun kesin delili “azîm” kelimesidir. Allahû Tealâ’nın vücuda getirdiği âyetlerin hepsinde sahâbeyi görüyoruz. Sahâbeye tâbî olup da tâbiîn olarak irşad makamına ulaşanlar, tâbiînden de tebei tâbiîni irşad etmek üzere, irşad makamına çok insan ulaşmıştır. Tebei tâbiîn de kendisinden sonra gelen tâbî olanları irşad etmişlerdir.

İrşad müessesesi bugüne kadar gelmiştir. Bugün biz onun temsilcisiyiz. Allahû Tealâ tarafından bu göreve biz tayin edildik. Bundan 14 asır evvel bütün sahâbe, bihakkın takvaya, hakka tukatihi takvaya ulaşmışlar, iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir. İslâm’ın 7. ve son safhasına gelmişler, “İrşada memur ve mezun kılındın.” cümlesiyle Allahû Tealâ tarafından irşad makamına getirilmişlerdir. Kıyâmete kadar irşad müessesesi devam edecektir.

Öyleyse sahâbe ne yapmıştır? Sahâbe Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Onun üzerine Allahû Tealâ ne yapmıştır? Onlara 7 tane furkan vermiş, bütün günahlarını örtmüştür. Allah’a ulaşmayı diledikleri için bütün pozitif işlemler onların olmuştur. Allahû Tealâ onları irşad makamına ulaştırabilecek olan hasletlerle mücehhez kılmış ve 12 tane ihsanla Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e ulaştırmıştır. 14. basamakta tâbî olmuşlar, sonra ruhları vücutlarından ayrılmış, nefslerindeki her %7 fazl birikimine paralel olarak, ruhları bir gök katı yükselmek suretiyle 7 tane gök katını aşmış, Allah’ın Zat’ına ulaşmış, Allah’ın Zat’ında yok olmuştur. 14. basamaktan 21. basamağa kadar bu olay cereyan eder. Her gök katı bir basamaktır. Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne, Radiye, Mardiyye ve Tezkiye’ye müteallik nefs kademelerinde, her seferinde nefsin kalbindeki fazıllar %7 artmış, bütün sahâbe ruhlarını Allah’a ulaştırmışlardır.

Ondan bir kademe ötede Allah’a ulaşan ruhlar Allah’ın Zat’ında yok olup, fenâfillah makamının sahibi olmuşlardır. Burası velâyetin 1. makamıdır. Sonra Allahû Tealâ onlara taht ihsan etmiş, beka makamının sahibi olmuşlardır. Sonra zikirleri günün yarısını geçmiş, zühd makamının sahibi olmuşlardır. 25. basamakta %81 nur birikimiyle, nefslerinin kalbinde Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir fizik vücut ortaya çıkmıştır. Bütün sahâbe fizik vücutlarını da Allah’a teslim etmişlerdir. Sonra daimî zikre ulaşmışlar ve hikmet sahibi olmuşlar, nefslerinin Allah’a teslim etmişlerdir. Daha sonra irşada ulaşmışlar, sonra da Allahû Tealâ onları irşad makamına tayin etmiştir. Hepsi âyetlerle açık ve kesin olarak ortadadır.

Şimdi sözlerime dikkat edin. 14 asır sonra bugün, İslâm öğretisi sahâbenin yaşadığı bu 7 tane İslâm safhasını artık tamamen unutmuş vaziyettedir. Hiçbir üniversitede, hiçbir öğretim müessesesinde, sahâbenin yaşadığı Allah’ın bu gerçekleri ve Kur’ân farzları artık insanlara öğretilmiyor, Allah’a ulaşmayı dilemek de farzdır, irşad makamına ulaşıp tâbî olmak da farzdır, ruhu Allah’a teslim etmek de farzdır, fizik vücudu Allah’a teslim etmek de farzdır, irşada ulaşmak da farzdır, iradeyi Allah’a teslim etmek de farzdır. Bütün sahâbe bu farzların hepsini yerine getirmişlerdir. Bugünkü üniversitelerdeki İslâmî öğretide, bu söylediklerimden hiçbirinin tatbikatını bulamazsınız.

Allah’a ulaşmayı dilemekten başlayarak, İslâm’ın 7 safhası da 14 asırda iblisin yardımıyla yok edilmiştir. İnsanlar asırlardan beri kitaplar yazmışlardır. İblis, her sonra gelen kitaba yeni ilâvelerin yapılmasını sağlamış ve her nesilde yeniden yazılan kitaplar, eskilerin üzerine ilâve edilmek suretiyle, bütün insanlar Kur’ân’dan saptırılmıştır. İblis Kur’ân’ı unutturmuştur.

İslâm’ın Allah’a ulaşmayı dilemek kesimi yok edilmek suretiyle, bütün insanların cennete ulaşması önlenmiştir. Çünkü Allah’a ulamayı dilemeyen hiç kimsenin Allah’ın cennetine girmesi mümkün değildir. Sonra İslâm’ın 7 safhası da yok edilmek suretiyle insanların dünya saadetine ulaşması da engellenmiştir. Cennet saadetine ulaşmasının engellenmesiyle İslâm’ın kolları kesilmiş, dünya saadetine ulaşmaları engellenerek İslâm’ın bacakları da kesilmiş ve İslâm kolsuz ve bacaksız bir bitkisel hayata itilmiştir.

Sözlerimi dikkatle değerlendirin. Kur’ân-ı Kerim’i açın. Evvelâ her söylediğimizin orada mevcut olduğunu görün. Ve bütün bir İslâm âleminde bu öğretinin bütünüyle yok olduğunu düşünün. Öğretim kadrolarından, dünyadaki bütün üniversitelerden bunun aksini ispat edebilecek olan bir cevap bekliyoruz.

Bu sebeple bu üniversite, Allah’ın Üniversitesi’dir. Burada Kur’ân hakikatleri öğretilir. Hiçbir sapma olmaksızın öğretilir ve Allah’ın direkt olarak bize öğretmesiyle öğretilir. Öyleyse son derece ciddî bir noktadayız. Herkes aklını başına toplamak mecburiyetindedir.

İslâm öğretenler! Hepiniz İslâm’ı öğretememekten sorumlusunuz. Bu sözlerimiz sizi bu konuları mutlaka incelemeye götürmelidir. Eğer incelemezseniz, sözlerimizi ciddiye almazsanız, omuzlarınızda 60 milyondan fazla insanın vebaliyle bu dünyadan ayrılırsınız. Sözüm hepinizedir!

Bütün cemaat liderleri! Hepinize sesleniyorum. Kur’ân’ı öğrenmek ve öğretmek mecburiyetindesiniz. İslâm’ın 7 safhasını mutlaka bilmek mecburiyetindesiniz ve sizlere tâbî olanlara bunları öğretmekle mükellefsiniz. Onların hepsinin sahâbe gibi yetişmeleri lâzım. Bu sizin sorumluluğunuzdadır ve tâbiiyet zamanı gelmiştir. Hepiniz hacet namazını kılıp gerçekleri Allah’tan sormak mecburiyetindesiniz. Bu hepinizi mutlak bir sorumluluk altına sokar.

Gene bir güzel ramazan akşamında sahâbeyle bir güzelliği yaşadık. Onların Kur’ân’ın bütününe sadece îmân etmediklerini, îmân etmenin ötesinde bütün Kur’ân-ı Kerim’i tatbikata geçirdiklerini, tamamını yaşadıklarını da size ispat etmiş olduk. Sözlerimizi unutmayın. Lâzımgelen değerlerle değerlendirin. Bizi düşman edinenler ve dost edinenler, bizi artık iyi tanısınlar. Hacet namazını kılarak, Allahû Tealâ’ya bizim kim olduğumuzu sorsunlar.

Sizler bugünün sahâbeleri olacaksınız. Allahû Tealâ’nın hepinizi hem cennet saadetine hem dünya saadetine ulaştırmasınız Yüce Rabbimizden dileyerek sözlerimizi inşaallah burada tamamlamak istiyoruz. Allah hepinizden razı olsun.
 
  Bugün 3 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı! free counters
<
 
 

======== sagtus ======== sag =================

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol

Her şey Çok mu güzel? Yoksa Allah'a ulaşmayı dileyenlere mi Öyle geliyor?

  İrtibat E-mail: iletisim@hidayetvakti.com